Antik Yunan Lirikleri diyor ki: “Dostunu ele vermeyen, tanrıların ve ölümlülerin saygısını kazanır benim kanıma göre…”
Aksini düşünen yoktur sanırım. Ama önemli olan, o ele verilmemesi gereken dostun kim olduğu ve nasıl seçildiğidir. Yine eski Yunan felsefesinden gidelim. Epikuros insanın mutlu olması için edinmesi gereken şeylerin başında dostluk olduğunu söylemiş. Ve devam etmiş: Bir şey yiyip içmeden önce, ne yiyip içeceğinize değil, kiminle yiyip içeceğinizi düşünün; çünkü yanında arkadaşı olmaksızın yemek yemek ancak bir arslana ya da kurda mahsustur.
O zamandan bu zamana değişmeden, felsefede, yazında, şiirde, filmlerde en çok işlenen konulardan biri olmuş dostluk. Aşk öyküleri kadar, hata daha çok anımsanan bir ilişki biçimi. Aşktan üstün olduğu kabul edilmiş çoğu kez. Çünkü dostlar uğruna aşklardan vazgeçilmiş, aşklar unutulmuş ama dostluklar unutulmamıştır. Çocukluğumdan anımsadığım en güzel dostluk kitabı “Pall Sokağı’nın Çocukları”dır. Sonra çocukluğumun Türk filmleri gelir dostluğu anlatan, dostluğun önemini aklıma kazıyan. Büyüdükçe yaşama, deneyimlere uzanan dost kavramı, görüşmelerde de çıkıyor karşıma. Soruyorum “ Arkadaşlarınız var mı?” Yanıt benzer geliyor çoğu kez: “Çok insan tanırım, ama gerçek dostum yoktur.” ya da “Çok arkadaşım var ama dostum diyeceğim bir iki kişidir.” Arkadaşın da bir üst düzeyi, arkadaştan da yakını gösteren bir tarif. O zaman çevremizdeki kişilerin tümünü gözden geçirmekle başlamalı işe.
Kimler dosttur?
Çevremizde birçok insan bulunur. Ailemiz, okul arkadaşlarımız, iş arkadaşlarımız, komşularımız, arkadaşlarımızın arkadaşları hatta tesadüfen karşılaştıklarımız. Onlar olmadan var olmamız mümkün değildir. Varlığımızın görülmesi ve onaylanması gerekir. Yaptıklarımızın, konuştuklarımızın, düşüncelerimizin ve sevgimizin tanınması bizi var eder. Ayrıca onlardan almamız, öğrenmemiz gerekenler de vardır. İşte bu aşamadan sonra, çevremizdekiler halkalaşmaya başlar. Söylemeleri, dinlemeleri bizi çok ilgilendirmeyenler en dış halkadadır. Sonra bizi biz olduğumuzdan çok, konumumuz nedeniyle dinleyenler, var edenler gelir. Toplum ölçütlerine göre varlığımızı onaylar, bizi dinler ve bilgilendirirler. Gerçek dostlar ise toplumsal yaşamın ölçütleriyle değil, bizi benliğimizle var edenlerdir. Sorunlarımızı, kusurlarımızı, hatalarımızı bilirler. Onaylamasalar da yanımızdadırlar. Kaybetsek de bizim “biz” olduğumuzu bilirler. Eleştirirler, kızarlar ama yanımızdadırlar. Kızgınlıklarını, eleştirilerini, yargılarına bize iletirler. Başkalarıyla konuşup, bizim yüzümüze söylemeyenler, bizden çok, kendi beklentileriyle ilgilenenlerdir.
Dostlara ihtiyacımız var!
Bazen fark etmesek de, para kazanmayı, ün kazanmayı, mevki edinmeyi yanımızda insanlar olsun diye isteriz. Bizi tanısınlar, konuşsunlar, sevsinler diye. Yalnız yaşayabilmek bir meziyettir. Ama mutlak yalnızlık hüzündür. Bedenen yanınızda olmasalar da, ihtiyacınız olduğunda bir telefonla ulaşabileceğiniz, seslerini duymanın, bizi dinlemelerinin huzur verdiği insanlar. Eğer ulaşabileceğiniz biz ses yoksa, gerçekten yalnızsınızdır ve dostunuz olup olmadığını düşünme zamanıdır. Özellikle toplumsal yargılara göre önemli sayılan şeyleri kaybetmeye başladığınızda, ulaşabildiklerinizi de kaybetmeye başlamışsanız “dost” kime denir sorusunu sorma zamanıdır. Onun için “Dost, düşman zor günde ayırt edilir.” denir. Ama dost edinebilmek için, dost olmayı bilmek gerekir.
Dost olmayı bilmek
“Dost kazığı yemek” diye bir deyim vardır. Sık sık kullanırız. Galiba da yanlış kullanırız. Çünkü dostlar ardınızdan konuşmaz, sizi kötülemez, sizi yok etmek için çalışmaz. Yani kazık atmazlar. Tersini düşünüyorsanız, kime dost dediğinizi, dostun anlamını bilememiş ve en önemlisi dost olmayı becerememişsiniz demektir. Dostluk biriktirilen, emek verilen bir kavramdır. Dost olmayı beceremeden, dostlar elde etmek olanaksızdır. Her önüne gelene dostum diyenler, dostluğun içini doldurmadan kolayca elde edenler yalnız olduklarının farkında olmayanlardır. Bu yalnızlık gerçek yalnızlıktır. Dostluğun gereklerini yerine getirmeden, karşınızdaki yargılardan uzak, olduğu gibi kabullenmeden, onu kıracak ve zarar verecek davranışlarda bulunarak dost edinemezsiniz. Edinemezsiniz, çünkü önce dost olmayı bilmeniz gerekir. Dostluk tek yanlı yaşanamaz.
“Dostlar beni hatırlasın”
Dünyadaki en güzel şeylerden biri, gerçek dostunuz olduğuna inandığınız insanla aynı güzelliği paylaşabilmek. Örneğin, deniz kıyısında oturup, boğazı seyrederken aynı güzellikleri gördüğünüzden emin olmak. Dostlar sadece acı günler için değildir. Paylaştığınız şeyin, güzellik içinden seçilen, aynı manzara olduğuna eminseniz, merak etmeyin acıyı da paylaşmayı becerebilirsiniz. Sonuçta, bir gün veda ederken, büyük ozan Aşık Veysel kadar inanarak “dostlar beni hatırlasın” diyebilirsek, ne mutlu bize ki dost olmayı becerebilmişizdir.