DEDİKODU MU? SÖYLENTİ Mİ?

Dedikodular, söylentiler… Yaşamda uzak kalamadığımız, yakındığımız, kızdığımız ama bir şekilde içinde olduğumuz sosyal olgu. Kimi zaman kurban, kimi zaman fail olarak yer aldığımız ilişki biçimi. Bazen doğrusunu anlatmak için ruh sağlığımızı yitirdiğimiz, bazen uğruna yaşamaktan vazgeçtiğimiz, bazen şiddetle yalanladığımız, bazen de yalanlarken kabul edip övündüğümüz tıpkı, Orhan Veli gibi: Kim söylemiş beni Süheyla’ya vurulmuşum diye, kim görmüş, ama kim, Eleni’yi öptüğümü, Yüksekkaldırım’da, güpegündüz? Melahat’ı almışım da sonra Alemdar’a gitmişim, öyle mi?

Dedikodunun ve söylentinin tarihi insanlığın konuşmaya başlamasıyla yaşıt, hatta daha eski olduğu söylenebilir. Çünkü dedikodu yapmak için el hareketlerimizi, gözlerimizi, yüz mimiklerimizi ve bedenimizin birçok bölümünü kullandığımız yadsınamaz. Aslında dedikodu bir iletişim biçimidir. İletişim organlarının bu denli çok olmadığı zamanlarda, insanların birbirlerinden haber alma yöntemi olarak kullanılırmış. Toplum içinde, beraber yaşadığın diğer insanların kim olduklarını, nereden geldiklerini, ne yaptıklarını öğrenebilmek için masum bir yöntem. Sonra bunları öğrenmek için hızla gelişen teknolojinin sağladığı yöntemler çıktı. Ama insan psikolojisi bu denli hızlı değişim gösteremediği için, dedikodu ve söylentiler devam etti, ediyor.

Dedikodu ve söylentiler nelere hizmet eder?

Biz insanların, diğer insanların duygularını anlama, değiştirme yeteneğimiz var. Bu yeteneğe, çeşitli nedenlere dayanan merak duygumuzu da ekleyince dedikodu kaçınılmaz oluyor. Bir dedikodu veya söylentiyi başlatmanın en iyi yollarından biri, konuyu anlatmaya “Çok gizli, bir tek sana söylüyorum.” cümlesiyle başlamaktır. Bu kadar önemli bir şeyi sana söylüyorum, çünkü sen bunu söyleyecek kadar “önemlisin”. Kendinizi muhteşem hissetmenin kolay bir yolu. Ben önemliyim çünkü bu özel şeyi biliyorum. Ve sen önemlisin, çünkü bunu seninle paylaşıyorum.

Düşünsenize hepimiz farklı farklı sosyal konumlarda, maddi güçlerde, ayrı yerlerdeyiz. Yıldızlar, ünlüler, zenginler hakkında ne kadar çok şey bilirsek, onlara o denli yakın olabiliriz. Onlar hakkında çıkan olumsuzlukları konuşarak, dedikodusunu yaparak kendi yerimizi içimizde değerli kılabiliriz.

Olanları anlattığınızda, paylaştığınızda ilişki kurmanın, bilgilerinizi tamamlamanın rahatlığını yaşarsınız. Yaptığınız olumsuzluk değil bir iletişimdir. Bir arkadaşınızla oturmuşsunuz, birer kahve istemişsiniz ve ortak tanıdıklarınıza ilişkin bilgileri paylaşıyorsunuz. Sıcak bir ortam değil mi? Hem bilgileniyorsunuz, hem eğleniyorsunuz, kimseye de bir zararınız yok. Tam o sırada öğreniyorsunuz ki biri sizin hakkınızda olumsuz bazı şeyler söylemiş ve bu bilgiler gittikçe yayılıyor. Şimdi neler hissediyorsunuz? Evet dedikodu ve söylentinin diğer yüzüyle karşılaştınız, karanlık yanıyla…

Dedikodunun karanlık yanı

Dedikodu ve söylenti, gençlik döneminden başlayarak bazı insanların şiddet uygulama biçimidir. Düşmanlığını, kıskançlığını, korkusunu dedikoduya döker. Şiddet sözlerdedir artık. İş yeri dedikoduları bazen sorunları öğrenmeye yarar, bazen yok etmeye. Kaybedenin silahı haline geliverir birden bire. Çalışıyorsunuz ama sizden daha iyi biri var. O kazanan olacak, sizse kaybeden. Bir dedikodu atarsınız, bir söylenti yayarsınız ve kazanan olmayı beklersiniz. Diğerinin olanlardan haberi yoktur. Ama dedikodu tehlikeli ve zor bir silahtır. Onu kullanabilmek beceri gerektirir. Anlatabileceğiz diğerleri gerekir. Ve birden size dönen bir silah haline gelebilir. Çünkü o her zaman kazananla kaybeden arasındaki bağdır.

Bazen bu denli belirgin bir amaç yoktur. Size dostum diyen biri vardır yaşantınızda. Hani şu kahveyle, “bilgiler” paylaştıklarınızdan. Sonra bir gün duyarsınız ki sizin için başkalarına öyküler anlatmıştır. Gerçek olmayan ama sizin işinizi, kişisel yaşamınızı tehlikeye sokan, küçük düşüren dedikodular. Anlamazsınız nedenini. Rakip değilsinizdir, işiniz farklıdır, beklentileriniz apayrı. Kendinizi arkanızdan vurulmuş gibi hissedersiniz. Ama asıl anlayamadığınız o hala yanınızdadır. Aslında anlaşılmama nedeni içindeki düşmanlığı, kızgınlığı, öfkeyi dile getiremeyişidir. Size söyleyemediklerini başkalarına aktarır. Böylece hem duygularını rahatlatmış olur, hem de daha başarılı, başkaları tarafından da aranan olmanızı engelleyerek sizi kendine mahkûm eder. Ettiğini sanır. Oysa dedikodunun karanlık yüzü siz kadar onu da etkilemiştir artık ve ulaştığı yalnızlık bu karanlığı arttırır.

Büyük söylentiler

Bu en eski iletişim yöntemini, büyük organizasyonlar da hala kullanmaktadır. Bazen olumlu bazen olumsuz etkilerinden yararlanılır. Bir yalan öykü, bir söylenti ve bunların yayılan dedikodusuyla yerini kaybeden liderler, politikacılar tarihin yaprakları arasında bulunabilir. Yine aynı yapraklarda kargaşaya sürüklenmiş toplum öyküleri de bulabilirsiniz. Biraz derine inince görürsünüz ki, her şey bir söylentiyle başlamıştır. Bir bankanın batacağı söylentisini yayabilirseniz, yok edebilirsiniz. Tıpkı hiç güvenli olmayanını tersine bir söylenti ile baş tacı yapabileceğiniz gibi. Bireyden başlayıp, topluma yayılan dünyanın akışını etkileme gücü olan bir silah.

Gazeteler, dergiler sık sık dedikodunun yararlarını yazar oldular. “Eşinizle dedikodu yapın evliğiniz sağlıklı olsun.” ya da “Dedikodu yapanlar daha uzun yaşıyor.”. Kast edilen iletişimse ve dedikodusu yapılan gerçeklerse bir kez daha okuyun. Ama hiç unutmayın ki silahla oynamak tehlikelidir, aynı anda hem vurup hem de vurulabilirsiniz.

 

Facebooktwitterlinkedinmail