Deprem nerede?

Deprem Uzakdoğu’da, ama korkusu Türkiye’de. Bir yandan bu depremin ülkemizi etkileyip etkilemeyeceği konusunda,deprem uzmanlarının çelişkili açıklamaları, bir yandan 17 Ağustos depreminin izleri kilometrelerce uzaktaki depremin korkusunu buralara taşımaya başladı. Deprem korkusu uzun süredir yatıştırılmaya çalışılan bir korkuydu. Çocuklar anne babaların yataklarından yeni çıkıyor, insanlar gece uykularından depremle uyanma endişesini yeni unutuyordu. Aslında bu kadar uzamasının nedenleri de yok değildi. Arasıra birilerinin aklına esiyor ve İstanbul’u bekleyen olası depremle ilgili haber ya da açıklamalar yapıyor, arasıra da doğa bazı illerimizi sallıyor ve depremin varlığını anımsatıyordu. Ama bu son deprem haberi tümünü ezdi geçti. Deprem korkusunun sağlam temelleri var elbette. Tüm endişelerimize, tüm haberlere, doğanın tüm uyarılarına karşın aynı binalarda oturmaya devam ettiğimiz, binalarımızı güçlendirmek için çaba sarf etmediğimiz sürece korkmamız doğal sayılabilir. Bizim bugün tartışacağımız deprem korkusu ise ortada gerçekçi bir tehdit yokken yaşanılan korku, kaygı ve felaketler sonrasında çıkabilecek ruhsal sorunlar olacak.

Yaşam boyu karşılaşabileceğimiz tüm olumsuz olaylar bazı ruhsal sorunlara yol açabilir. Bu tür ruhsal belirtilerin olması normaldir. Ancak bu belirtiler, yaşanılan olumsuzlukların bitmesine rağmen sürüyorsa ve yaşamı etkiliyorsa o zaman sorun var demektir. Yaşanan bu durumun adı travma sonrası stres bozukluğudur. Kişi bazen olaya kendi maruz kalmasa da, sadece izlese de bu belirtileri gösterebilir.

Travma sonrası stres bozukluğunun belirtileri
Olaya ilişkin anıların sık sık akla gelmesi ve zihinde tekrar tekrar yaşanması, korkulu rüyalar görme, olayı anımsatan uyaranlara şiddetli tepki verme, olaya ilişkin hatırlatıcı herşeyden uzak durma çabası, umutsuzluk, uykusuzluk, sinirlilik, tahammülsüzlük, dikkat ve hatırlama işlevlerinde bozulma, sıçrama, her an tetikte olma duygusu, nedensiz bedensel yakınmalar, sürekli korku, yetersizlik, umutsuzluk hissi. İşte travma sonrasında yaşayabileceklerimiz, hissedebileceklerimiz. Olaydan hemen sonra oluşabileceği gibi, aylar sonra da ortaya çıkabilir.

Çocuklar da erişkine benzer tepkiler verirler. Ama onların yaşa özgü farklı tepkileri de olabilir. Onlar erişkinlerden farklı olarak, başlarına gelen olayın kendi suçları olduğunu düşünebilirler. Yaşlarından daha küçük, bebeksi davranışlar gösterebilirler. Yakınlarına büyüklere aşırı bağlanma, ayrılmaya katlanmama sıktır. Bu durum bazen aileler tarafından körüklenebilir. Özellikle şu anda, yani yaşanan bir deprem yokken, sadece anımsama ve bir başka depremin travması nedeniyle sıkıntılar oluşmuşken dikkatli olmak gerekir. 17 Ağustos’tan bu yana ailelerinin yataklarını paylaşan çocuk sayısı çok fazla. Bunların bir kısmı yataklarına döndüler. Ama hala gelen öykülerde; “depremden beri bizimle yatıyor, korkuyor” cümleleri sıkça yer alıyor. Henüz depremin üzerinden bu kadar uzun zaman geçmeden, benzer yakınmalarla getirilen 9 yaşındaki kız çocuğunun ifadesini anımsamak yararlı olabilir. Ailesi korktuğu için onların yataklarında yattığını söylemişlerdi. Biz konuşurken “anne ve babanla yatıyormuşsun” demem üzerine, küçük kız çocuğu şu yanıtı vermişti: ‘evet, annem korkuyor, her akşam yatağıma gidecekken acaba deprem olur mu diye endişeleniyor, ben de üzülmesin diye yanlarına gidiyorum”. Demek ki çocuklarımızın bu endişeleri yaşama düzeyleri daha çok bizim endişelerimizle bağlantılı. Tabi neleri ne kadar izlettirdiğimiz ve konuştuğumuz gibi.

Onlara olup bitenleri açıkça ama anlayabilecekleri şekilde anlatmak gerekir. Güven içinde olduğu, yalnız olmadığı anlatılmalı ona. Kendilerini korumayı öğretmek gerekir, bunu yaparken gerçekçi olmak önemlidir.

Deprem korkusu Türkiye’de, özellikle de İstanbul başta olmak üzere bazı illerde kronikleşmeye başladı. Bunun nedenleri çeşitli. Biri devamlı ama korunmaya yönelik değil, endişelendirmeye yönelik yapılan yayınlar, demeçler. Diğeri ise ülkenin çeşitli yerlerinde ve diğer ülkelerde sık tekrarlanan depremler.Deprem çantaları, depremde ev içinde sığınılacak yerler gibi bilgiler edinilmiş görünüyor büyük çoğunluk tarafından. Ancak gerçekçi değişimlerin yapılmamış olması, insanların evlerinin sağlamlığı konusunda yaşadığı tereddütler kendilerini güvende hissetmelerini engelliyor. Tüm bunlar birleşince de “deprem korkusu” adeta yeni bir hastalık tanısı haline geldi. Bu korkuyla baş edemeyenlerin, çözüm için tedavi yerine başka yöntemler seçmeleri (devamlı tetikte olmak, sürekli depremden bahsetmek ve ne yapacaklarını planlamak, çocuklarla beraber hep birlikte yatarak, kurtulma şansını arttırmak gibi) çoğunlukla sorunu çözmek yerine körüklemektedir. Çözüm bir yandan depreme ilişkin gerçekçi önlemlerin alınması, bir yandan insanları gereksiz endişelendirecek yayınların gözden geçirilmesidir. Tüm bunlara karşın, süren, yaşamınızı etkileyen korkular, endişeler varsa profesyonel yardım almak gerekir.

Facebooktwitterlinkedinmail