GÜVENLİK VE ÖZGÜRLÜK ARASINDA DENGE OLMALIDIR

Güvenlik ve özgürlük çok tartışılan ve çoğu kez biri olduğunda diğerinden vazgeçilmesi gerektiği yanlış sonucuna ulaşılan iki kavramdır. Tüm dünyada olduğu gibi artan terör olayları, ülkelerin kendi iç siyasetlerinde oluşan çatışmalar, toplumsal olaylar ve en önemlisi günlük yaşam içinde olan tüm yasalara karşı davranışlar (tecavüz, cinayet, gasp vb.) insanların güvenliklerinden korkmalarına neden oluyor. Güvenliği sağlamanın çeşitli yolları vardır. Ama insanların aklına ilk gelen yöntemlerin başında kendi davranışlarını, ilişkilerini, yaşamlarını yani özgürlüklerini kısıtlamaktır. Diğer bir yöntem ise güvenliği bozan kişilerin ortadan kaldırılmaları olmaktadır. Her iki yöntem de polisiye yöntemler olup, gücü elinde bulunduranlar tarafından desteklenen yöntemlerdir. Oysa güvenlik adına özgürlüklerden vazgeçmek insan gelişimini engelleyen ve ruh sağlığını bozan bir durumdur. Diğer yandan; güvenliği bozan kişilerin yok edilmesi sorunu olduktan sonra, çözmeye çalışan etkisiz bir yöntem olarak belirmektedir. Aşırı güvenlik önlemleri ile sağlanmaya çalışılan özgürlüğün nelere yol açacağı bebeklikten başlayarak izlenebilir.
Dünyaya gelindiği andan itibaren tanışılan dış dünya birçok tehlike ile birlikte gelişimi sağlayacak öğelerden oluşmuştur. Yürüme, konuşma gibi becerilerin kazanılması bağımsızlığın istemini doğurur. Bağımsızlık istemi ise toplumsal kurallarla, yasaklarla ve engellerle tanışmaya, ilk toplumsal ilişkilerin oluşumuna yol açar.

ÖZGÜRLÜKTEN VAZGEÇMEK GÜVEN GETİRMEZ

Bebeklikte toplumsal güven duygusunun ilk belirtileri beslenme, uyku, temizlik gibi işlevlerde düzen ve rahatlığın bulunuşudur. Bu duygunun sağlamlığı, bu hizmeti veren kişinin yani annenin bir süre uzakta kalmasına kaygı ya da öfke duymadan katlanabilmesiyle ölçülür. Çünkü annenin görünürde yok olması, güven hissinin kaybolmasına neden olmaz. Geri gelecektir, çünkü ilişkilerinde süreklilik ve tutarlılık, yani güven vardır. Bu güven aynı zamanda çevreye, yaşanan topluma duyulan güvendir. Eğer bu ilişki sağlanamamışsa içine dönük ve kendini güvende hissetmeyen, bunun kaygısını yaşayan bir varlık oluşur. Özerkleşme çabasına giren çocuğun seçim yapma ve isteklerini gerçekleştirme isteği engellenir, bastırılır, çocuk bu nedenle suçlanır ve cezalandırılırsa, yani dışarıdan denetimlerin aşırılığında kuşku ve utanç duyguları yerleşir. Görüldüğü gibi güven duygusunun sağlıklı gelişmesi, özerkliği, kendi kendine yetmeyi ve kendi kendini denetlemeyi sağlamaktadır. Bu nedenle özgürlüğün temelinde güvenlik vardır denilebilir. Çünkü güven duygusu gelişemediğinde ortaya kuşku ve utanç çıkmaktadır ki, bu duygular insanın kendi kendinin özgürlüğünü kısıtlamasına neden olur. Kısıtlanan ve sürekli güven adı altında korunan çocuk, becerilerini geliştiremez. Benzer şekilde güvenlik gerekçesi ile özgürlükleri aşırı kısıtlanan toplumlar ilerleyemez, bozulan toplum ruh sağlığı ile birlikte bireyler birbiri ile yaşayamaz hale gelir.
Kişiler ne kadar korkutulur, olan olaylar ne kadar abartılır ve yaygınlaştırılırsa; toplumsal güven için bireysel özgürlüklerin kısıtlanması görüşü o kadar dayatılabilir. Bir süre sonra adeta toplumsal bir paranoya oluşur. Paranoyanın değişmeyen belirtisi, süregelen güvensizliktir. Bu durumla mücadele amacı olduğu söylenen güvenlik; bir süre sonra sadece özgürlüğü değil, bireylerin güven duygusunu, topluma ve yönetime inançlarını yitirmesine neden olur. Güvenli hissetmek ihtiyaçtır. Ancak güvenlik adına yok edilen özgürlüklerin güvenliğin en büyük düşmanı olduğunu herkesin hatırlaması ve dengeyi korumak için var güçleri ile çalışması gerekir.

Facebooktwitterlinkedinmail