An gelir, başkalarının acıları yetmez olur insanlara; artık o andan sonra onlara gösteri gereklidir.
Amělie Northomb’un yazdığı ve Yaşar İlksavaş’ın duru kalemiyle Türkçeye çevirdiği kitabın başlangıç cümlesi bu. Kitabın adı “Kameraya Gülümse”. Kitabı bitirdiğinizde pek gülümseyecek haliniz kalmıyor. Her gün televizyonlarınızın karşısına oturarak eğlence diye izlediğiniz, izlemekle yetinmeyip tüm kanallarda tekrar tekrar gündeme getirdiğiniz, kendi aranızda dedikodusunu yaptığınız gösterilerin gidebileceği yeri görünce gülecek bir durum olmadığını fark ediyorsunuz. Şiddete, sefalete, başkalarının acılarına oyun gibi baktıkça, oyunun bir parçası oldukça gülümsememiz acı bir gülümseme olarak kalacaktır.
Geçen hafta iki gün süren Aile İçi Şiddete Son konferanslarının ikincisi vardı. Aile içi şiddetin rakamsal boyutları basına yansıdı. Ama o rakamların ardında yatan ve yaşama, geleceğe hatta varlığımıza olan tehdidin boyutları rakamların büyüklüğünden bile ürkütücü. Rakamları çabuk unuturuz. Şiddetin getirdiği sonuçları ise unutmak istesek de unutamayız. Çünkü evin içindeki şiddet orada kalmıyor. Kimi zaman istismar edilmiş bir bebek olarak düşüyor haberlere, kimi zaman öldürülmüş bir kadın. Evin içindeki şiddeti uygulayana bakıyorsunuz, baba, eş, kardeş, amca… Hani biri canınızı yakmaya çalışsa güveneceğiniz, sığınacağınız kişiler. Şiddet onlardan gelse bile ağlarken adlarını sayıkladığımız kanımız, canımız. Kızdılar diye, sıkıldılar diye, namus diye kendilerinin bile inanmadıkları bahanelerle geliyor şiddet.
Bunlar haberlere adıyla düşenler. Asıl bir de haberlere bile geçmeyen, farkında bile olunmayan şiddet var. Evin içinde, gizlice, sinsice, hak sayılarak uygulanan şiddet. Onların kendileri haber olmasa da yansımaları gündem oluşturuyor. Evde şiddet gören, annesinin şiddete uğramasını izleyen çocuk, büyüdüğünde şiddet uygulayıcısı olarak haber oluyor. Arkadaşına, öğretmenine, sokakta tanımadığı kişiye, biraz büyüdüğünde ona şiddeti öğreten ailesine. Babasına kızsa da, onun yaptığı gibi kendi eşine, çocuğuna… Konferansın açılışında vurgulandı. Şiddetin kurbanları daha çok kadın ve çocuklar, uygulayıcıları erkekler. Çocuklara erkek olmayı yanlış mı öğretiyoruz? Kız çocukları erkeklerle yarışırken hem kurban hem mağdur mu olmaya başlıyor? TV gösterilerine, haberlere, istatistiklere baktıkça daha sorulacak çok soru var.
En başta, başkalarının acılarını gösteri gibi izleyerek, timsah gözyaşları dökerken, bir yandan da gürültü yapıyor diye kendi çocuğunu iteleyip, eşini dövenlere, sonra şiddet modasına uyup haberlere düşenlere sorum:
Başkalarının acılarının yetmez olduğu, ev kadınından, sokak çocuğuna, politikacısından köşe yazarına kadar uzanan yelpaze ile herkesin gösteriye katılmaya başladığı o an geldi mi dersiniz? Geldi de geçiyor olsa bile, kameraya gülümsemek dışında yapmamız gerekenlere başlamayı, acıları durdurmayı başarabilecek miyiz? Siz en iyisi kameralara gülümsemeden önce, becerebilirseniz kitabı okuyun.