“İki türlü özgürlük vardır; başlangıçtaki özgürlük ve sondaki özgürlük: Bu iki özgürlük arasında uzanır insanın izleyeceği çile dolu iç bölünme yolu. Augustinus da, ilk günah öğretini yadsıyan Pelaginus’un yandaşlarına karşı savaşında libertas minor (küçük özgürlük) ve libertas major (büyük özgürlük)’ten söz etmişti. Küçük özgürlük başlangıç idi, iyiyi seçme özgürlüğü idi ve günahın olanaklı olduğunu varsayıyordu; büyük özgürlük ise, sondu, Tanrı’daki iyinin içindeki özgürlüktü… Doğrusu yalnızca bir tür değil, iki tür özgürlük olduğu kesin, birincisi iyi ile kötü arasında seçme özgürlüğü, ikincisi ise, iyinin kendi içinde, akıl dışı bir özgürlük ile akıl çerçevesi içindeki özgürlük arasında. Sokrates bunların ikincisini biliyordu yalnızca…”
N.A. Berdyaev
Tüm dünyayı korkutmaya başlayan terör, ‘özgür müyüz’ kavramını yeniden gündeme getirdi. Tatile gittiğimizde ya da sokakta gezerken, hatta evimizde kendimizi güvende hissetmeden özgür olabilir miyiz? Nasıl özgür olabiliriz? Ve belki de özgürlük nedir diye bir daha sormalıyız. İnsanın temel gereksinimlerinin, basit fizyolojik ihtiyaçlar olduğu söyleniyor. Yani karnımızı doyurmak gibi. Onların doyumundan sonraki ihtiyaç, insanın kendini güvende hissetmesi olarak belirlenmiş. Özgürlük gibi arzular ise, ancak kendinizi güvende hissettiğiniz zaman ortaya çıkıyor. Yani özgürlüğün temelinde güvenlik var. Kendimizi güvende hissetmek… Bunu yapmanın çeşitli yolları var aslında. Zaten ilk insanlardan beri bunu sağlamaya çalışmıyor muyuz? İnsanlar önce sığınacak yerler arayıp, sonra tehlikelerden korunmak için silahları yaratmış. Kendi yarattığı silahlara karşı güvende olmak için de, yeni yöntemler. Böylece daha özgür olmak için güven, daha güvende olmak için de özgürlüğünün bir kısmından vazgeçme şeklinde giden süreç başlamış.
Günümüzün özgürlük anlayışı
Günümüz insanın özgürlük anlayışı, her istediğini yapabilme, sınır tanımama şekline döndü. Sınır tanımama mecazi anlamda başkalarını düşünmemeyi içerirken, gerçek anlamıyla da alıp başını gitmeyi dile getirmektedir. Evet, günümüz özgürlük anlayışı istediğin yere gidebilmeye odaklandı. Bunu, kimi zaman yeni ulaşım şanslarını kullanarak somut olarak yaparken, kimi zaman da bir bilgisayarın başında, internette gezinerek yapıyorlar. Yaşama her an katılan modern aletler, bir yandan “özgürlük” getirirken ve reklamları bu özgürlük teması üzerine kurulurken, bir yandan da özgürlüğün kısıtlayıcıları olarak belirmiştir. İletişim aleti olan ve özgürlüğün temsili olarak satılan cep telefonlarımız, özgürlüğümüzü ulaşılır kılmaktadırlar. Her an her yerde ulaşılabilir olmak özgürlük müdür? Ve uydudan izlenebilir olmak, her konuşmanızın dinlenebildiğini bilmek bir kısıtlılık mıdır? Yoksa modern özgürlüğümüzün kanıtı mıdır?
Özgürlüğün felsefesi
İnsanın, insan olmanın en üst düzeylerine çıkabilmesi ve mutlu olması için gerekli olduğu kabul edilen özgürlük nedir? Bu sorunun yanıtını bulmak kolay değil. Bir mahkûm düşünün. Suç işlemiş ve hapsedilmiş. Bu kişi hapishanede özgür müdür? Sonra bu kişinin hapishaneden kaçtığını farz edin. Kaçtığını ve gizlendiğini. Kapalı olmadığına göre, artık özgür olması gerek, ama kapalı olmadan da istediği gibi yaşama şansı olmayınca “özgürdür” diyebilecek miyiz? Ya da kimlik değiştirdiğini ve yeni bir yaşamı olduğunu varsayarsak, tanınabilme ve yakalanma endişesi nedeniyle, yani kendini güvende hissetmediğinde, istediğini yapsa, her yere gitse de özgür olacak mı? Görüldüğü gibi bu sorunun yanıtını vermek kolay değil.
Toplum içi özgürlük
Bir toplumun özgürlüğüyle, orada yaşayan bireyin özgürlüğü her zaman örtüşmez. Bazen toplumun özgürlüğü adına, bireyin özgürlüklerinden vazgeçilir. Ama daha fazlası, toplum içinde özgür olmak adına yaptıklarımızdır. Bir örnek eşyalarımız, modaya uygun seçilmiş giysilerimiz, benzer düşünce sistem ve kalıplarından oluşan söyleşilerimiz bizi özgür kılmakta mıdır? Yoksa özgür olma adına yaptıklarımız, bizi kendi yarattığımız kültürel gelişmenin bağımlısı, kölesi haline mi getirmektedir? Gelin bir daha düşünelim. Toplum olmanın gereği, kendi yarattığımız aletlerin ve kuralların sonucu hukuki, ahlaki, dini, beşeri kanunlarla sınırlanmış bir özgürlükten bahsederken, buna oluşturduğumuz moda kavramları, siyasi kalıplar, fanatik spor taraftarlığı gibi, tüm özgür insan davranışlarını belli kalıplara koyan düzeni ekleyerek, özgürlük nisbi bir özgürlük haline getirilmiştir.
Aşk, sevgi ve evlilikten bahsederken, mutlaka özgürlükten de bahseder olduk. Modernlik, bu kavramları özgürlüğü kısıtlayıcı, bağlayıcı olarak belirledi. Buna karşın, birçok insanın demode olmayı göze alarak, gönüllü olarak özgürlüklerinden vazgeçmelerine minnettar olmak gerekir gibi görünüyor. Yoksa, tam tersini düşünüp, aşık olma özgürlüklerini kullandıklarından mı bahsetmeliyiz. Galiba, davranış özgürlüğünü yitirmiş insan, ancak kendi kendine vurduğu zincirleri beyninde kırabildiği oranda özgür olabilecektir.