Bugün sevgililer günü. Hiç umursamasanız bile günlerdir yapılan reklamlar, gazetelerde sayfa sayfa öneriler, sokaklarda her türlü vitrini kaplayan kıpkırmızı kalp ve güllerden oluşan dekorlar “sevgililer günü” tanımını öğretmeye çalışıyor. O gün yapılacak özel şeyler için birçok öneri geliyor. Aklınıza acaba bir şeyler mi yapmam gerek sorusu ya da sevdiğinizin sizin için ne yapacağı takılıyor. Bugün kendini zorlayarak bir şeyler yapmaya çalışanlar, yapılmadığı için küsüp darılanlar, birlikte kutlayacak biri olmadığı için üzülenler olacak. Hatta son yıllarda moda olduğu gibi yalnızlar partileri adı altında kutlamalar yapılacak, “dalga geçiyoruz” söylemleriyle yine de güne özellik katılmaya çalışılacak. Bugün sevdiğimizi ya da sevildiğimizi anlamamız mümkün mü? Kutlamalar, hediyeler sevgimizden, sevgilerinden emin olmamızı sağlayacak mı? Sevgiye bir gün yetecek mi? Bu soruların yanıtları sevgi ve aşk tanımlarında aranabilir.
SEVGİ VE AŞK
Sevgi ve aşk bir duygudur. Sevgi nesnemizi kendimizden bir başkasına yatırımdır. Özdemir Asaf “Aşk, beynin mantıklı düşünme bölgesinin çok dışında meydana gelir.” demiş olsa da, bugün tüm süslemelerde kalpler kullanılsa da, aşk ve sevgi kalbimizin değil, beynimizin bir işlevidir. Tüm duygular beynin limbik sisteminin bir işlevi olarak oluşur. Aşk ve sevgi de limbik sistemin bir işlevi olarak başlar ve bazı değişikliklere neden olur. Dopamin artışı kendinizi iyi hissetmenize, seratonin azalması iştah kaybına, oksitosin ve vazopressin artışı bağlanmaya neden olur. Bu değişimler bir kişi ile mi oluşur? Başka türlü sorarsak aynı anda birçok sevgi ya da aşk yaşanabilir mi? Gerçek sevgi nesnesini aynı anda birçok yere dağıtmak mümkündür. Aşk ve sevgiye, sadece bir kadın ve erkek arasında yaşanan duygu olarak bakmak çok gerçekçi değildir. O zaman yakınlarımıza, çocuklarımıza olan sevgileri, aynı cinsel arası aşkları, doğa aşkını, ilahi aşkları ve diğerlerinin tümünü yadsımış oluruz. Ama aynı anda iki kadın ya da erkeğe olan sevgi ve aşk; algılarınızın yeterince bozulmadığını, gözünüzün yeterince kararmadığını yani yeterince sevmediğinizi düşündürür. Çünkü aşk iki kişilik bir dünya, iki kişinin bazen sorunlu derecede diğer dünyayı göremediği bir durumdur.
Aşkın gözünün kör olduğu inancı bu değişimler nedeni ile gerçektir. Sevgi ve aşk zihnimizin bazı aktivitelerini gerçekleştirmesini engeller. Normalde insanları algılarken bazı beyin aktiviteleri sonucunda değerlendirmeler yapılır ve sonuçlar çıkarılır. Oysa aşıkken bu mekanizmalar çalışmadığından algı bozulur. Karşıdaki kişi olduğu gibi değil, nasıl olması isteniyorsa o şekilde algılanır. Yani bir anlamda körlük oluşur. Bu körlüğün kalıcı olmaması bir anlamda aşkın ömrünü belirler. Algılar düzeldiğinde hala yanınızdaki kişiyi sevip arkadaş olabiliyorsanız; yani duygularınız akılcı ve kalıcı ise yeterince gerçekçi, kalıcı ve olgun bir aşk, bir ilişki yaşıyorsunuz demektir. Aşkın kendisi mutluluk ve coşkudur. Ama aşıkken bu duygular hızlı iniş çıkışlar yaşayabilir. Yani bir anda mutluluktan mutsuzluğa, oradan yine mutluluğa gidiş olabilir. Asıl mutsuzluk dönemi, algılarımızın düzelmeye başladığı ve karşımızdaki kişiyi aslında olduğu gibi değil, bizim istediğimiz gibi algıladığımızı fark ettiğimiz dönemdir. İkisi arasındaki fark çok büyükse mutsuz olunur; karşıdaki kişi değişmekle, başka biri olmakla suçlanılmaya başlar. Aslında çoğunlukla değişen o değil, sizin onu nasıl algıladığınız, gördüğünüzdür.
Bugün yenilen bir yemek, alınan bir hediye sevecek ve aşık olacak kadar algılarınızı değiştiremeyecek, yapılan ne olursa olsun gözünüzü kör edecek kadar parlamayacaktır. Zaten limbik sisteminiz çalışıyorsa yapılan en küçük şey büyüyecek, yapılmayan ya da yapılamayanlar önemsenmeyecektir. Mesele yarın ve sonrasında düzelmiş algılar ve açılmış gözlerle sevebilmektir. Sevgiye bir gün yetmez. Hep sevgiyle kalın.