TİYATRODAN YAŞAMA: “FÜ”

Hayatın içinde hissettiklerinizi, gözlemlerinizi ya da yaşadıklarınızı bir tiyatro oyununda ya da filmde izlemek sizi onlar hakkında yeniden düşünmeye yöneltir. Geçen akşam izlediğim oyun; yazdığım, anlattığım ve yaşadığım birçok şeyi sahnede görerek yeniden düşünmemi sağladı. Gittiğim oyunun adı bir ismin kısaltmasından oluşuyor: “Fü”. Fü tek perdelik bir oyun ve gerçekten güzel. Güzel olmasında aslında, oyuncu olan senaristi Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun yazdıkları kadar, yazılanları söze ve davranışlara aktaran oyuncuların katkısı var. Serra Yılmaz ve Deniz Türkali iki kız kardeşi oynuyorlar. İkisinin nasıl oynadıklarından bahsetmek için benim tiyatro bilgim yetmez. Tek söyleyebileceğim, kimi zaman bir oyun izlediğimi unutturacak kadar iyi oldukları. Hatta bir ara, oyun gereği oğlu ile konuşan Serra Yılmaz’ın telefonunun diğer ucunda gerçekten oğlu olduğunu düşündüm. Sadece anneyi duymama rağmen, gözümün önünde hattın ucundaki oğulun duruşu, davranışları, konuşması belirdi. Diğer yandan iki genç oyuncu; Canan Atalay ve Aziz Caner İnan o denli iyi oyun çıkardılar ki, her gün çalıştığım gençler birer birer gözümde canlandı. Kısacası Karaköy 2. Kat sahnesinde Perşembe ve Cuma akşamları oynanan Fü, görmeniz, keyif almanız ve sonra düşünmeniz gereken bir oyun. Neleri mi düşüneceğiz? Geçmişle geleceği, kaybettiklerimizi, kazandıklarımızı, kardeşimizi, annemizi, sevgilimizi, çocuğumuzu ve ilişkilerimizi düşüneceğiz. Ne önemli, ne önemsiz? Bazen şikâyet ettiğimiz şeylerin değerli, iyi sandıklarımızın yanlışlığını bir bir aklımızdan geçirebiliriz.

CANIM KARDEŞİM

Kardeşler arasındaki ilişkiye, sevgi kadar kıskançlık da damgasını vurur. Oyunda birbirlerine benzemeyen, beklentileri, yaşamları, istekleri birbirinden farklı olan ama en sonunda baş başa kalan iki kardeşin öyküsü var. Birlikte oldukları zaman birbirlerini kızdıracak sözler söylerken, o kızgınlığın içinde diğerini korumaktan, daha iyi olması için çaba göstermekten vazgeçmeyen iki kardeş görüyoruz. Kaç yaşında olursa olsun, kardeşler ailelerinin diğerine daha değer verdiklerini, haksızlık yaptıklarını söyleyerek birbirlerini kıskanır ve tartışırlar. Anne ve baba için aralarında olan rekabet, başkalarının karşısında birbirlerini savunmalarına engel olmaz. Çoğu kez canları yandığında ilk sığındıkları, ailenin büyüklerini kaybettiklerinde ilk destekleri yine kardeşlerdir.
Oyunda kardeş ilişkisi ve kardeşlerin anlattıklarından çocuk-aile ilişkisine uzanan çizgide iki genç, onların birbirleri ve aileleri ile ilişkileri ortaya çıkıyor. Nesiller arası bir yandan çok şeyin değiştiğini, ama bir yandan aslında bir şeylerin değişmediğini fark ediyorsunuz. Değişen şehir, kaybolan anıların yanında yanlış anlaşılan gençlik aşklarının, tartışmalara yol açan kuşak farklılıklarının aynı kaldığını hissediyorsunuz. Aynı anda amaçsız bir gençle, amacı uğruna çırpınan bir genci yan yana buluyorsunuz. Amacı olsa da onunla yakından ilgilenen, destek veren, önemseyen bir büyüğün ne kadar çok şeyi değiştireceğini görüp, “Hangi gençlerin hayatına dokunabildim, ne yapabilirim onlar için?” sorusunu kendinize soruyorsunuz. Biraz kendi lise yıllarınıza dönüyor, yaptığınız yanlışları hatırlıyor, gülümsüyorsunuz. Anne-çocuk ilişkisinde sevgi ve karşılıklı beklentinin her yaşta ne kadar önemli olduğunu yeniden yaşıyor, annenizi ya da çocuğunuzu aramak istiyorsunuz.
Tüm oyun boyunca düşünüp, yorum yapmadım. Diğer yandan hüzünlendim, eğlendim ve güldüm. Oyundan bana kalanlardan biri de ister bilgi, ister sevinç, ister hüzün olsun, her türlü paylaşmanın mutluluk verdiği oldu. Sizler de gidin, sizler de ailenizle, çocuğunuzla, kardeşinizle, sevdiklerinizle paylaşın diye oyunu ve düşüncelerimi sizlerle paylaştım.

Facebooktwitterlinkedinmail