Suç daha çok yasal bir kavram olarak anımsanır. Ama suçluluk duygusu bambaşka kavramdır. Yasası, kuralı, cezası belli olmayan ve en önemlisi herkese eşit uygulanmayan bir durumdur. Çocuklar büyürken onlara birçok somut kavramın yanı sıra doğru, yanlış, ahlaki gibi daha soyut kavramlar öğretilir. Suçluluk duygusu bunlardan biridir. Yapılan şey yasalara göre suç, topluma göre yanlış olduğunda verilen cezaların dışında hissedilmesi gereken bir duygudan bahsederiz. Yasalar ya da toplum farkında olmasa da hissedilmesi gerektiği anlatılır. Bazen o kadar çok anlatılır ve benimsetilir ki ortada hiçbir yanlış olmasa da çocuk, suçluluk duygusunun ağırlığını içinde taşımaya başlar. Ama hakkında en çok endişe duyulan grup, hiç suçluluk duygusu olmayanlardır. Yaptıkları yanlışlardan, başkalarının gördüğü zararlardan dolayı ceza alsalar suçluluk duymayan çocuklar. Sorumsuz denir, vicdansız denir ama genellikle büyüdükçe düzeleceği düşüncesi ile teselli olunur. Çocuklarla birlikte suçluluk duygusu da büyür mü? Bazen büyür, var olan suçluluk duygusu o denli büyür ki çocuk ne kadar büyürse büyüsün taşıyamayacağı kadar ağır olur. Ama olmayan bir duygu büyüyemez. Büyüdükçe artması ve kazanılması için küçük yaştan, uygun ve zararsız oranda verilmesi gerekir.
Suçluluk duygusu ile terbiye olur mu?
Suçluluk duygusu bir terbiye aracı değildir. Anne-babaların kendi isteklerini yaptırabilmek için kullandıkları suçluluk duygusu, çocuğun bu ağır duygu ile ezilmesine ya da bu duyguyu hiç önemsememesine, hissetmemesine yol açabilir. Çocuk yemek yemediği zaman, ebeveynin istediği gibi davranmadığı zaman, yanlış bir davranış yaptığı zaman ona söylenen “Senin yüzünden üzüntüden hasta oldum, tansiyonum çıktı, başım ağrıdı, öleceğim.” gibi sözler suçluluk duygusu yaratır. Yaratır ama çocuğa yaptığı davranışın doğruluğunu, yanlışlığını, gerçek sonuçlarını, kendine ve çevreye verdiği zararı öğretmez. Sevginin tehdit olarak kullanılarak yaratılan suçluluk ise başka bir sorundur. “Beni sevmiyorsun, sevsen üzmezsin, sevsen yaparsın, sevsen yapmazsın.” diye giden sözler sizi de, çocuğu da olayların gerçeğinden uzaklaştırıp, sadece her şeyi sevgiye bağlamayı öğretir. Oysa sevgi çok önemli olsa da, sevgi uğruna yapılacak yanlışları doğruya çevirmez. Basit ve kolay gibi görünen bu sistem, büyüdüklerinde şikâyet ettiğiniz, hatta kızdığınız özelliklere dönebilir. Dünyada olup biten her şeyin suçlusunun kendisi olduğunu sanarak, yaşamı kendilerine ve çevresindekilere zehir edenler böyle büyümüştür. Aynı şekilde sevgiyi ölçüt kullanıp, yaşamlarındaki insanları sevgi ya da sevgisizlikle terbiye etmeye çalışan, hatta “sevgi” nedeni ile döven, öldüren kişilerin bir kısmı bu sözleri çocukken çok duymuştur.
Her şeyin başkalarının suçu olduğunu, kendisinin her zaman masum, yapılması gerekeni yaptığını savunan çocukları da birileri büyütüyor. Onlara hiç sorumluluk duygusu vermeden, her şeyi onlar adına çözerek, onları güçlü yetiştirdiklerini düşünerek büyütülen çocuklar, erişkin olduklarında en basit olarak “sorumsuz”, en ağır olarak da “vicdansız” olarak tanımlanan kişiler oluyorlar. “Yapığından utanmalısın.” sözü çocuklara hayır, yapma, olmaz sözcüklerinin ulaştığı son nokta olarak gelir. İnsanın yanlışlarından dolayı utanması çok kötü olmasa da, önemli olan yanlış yapmamayı, yaptığı yanlışı düzeltmeyi, düzeltemediğinde sorumluluğunu almayı öğrenmiş olması daha önemlidir. Yoksa “Yaptıysam yaptım.”, “Ben yanlış yapmam.” ile “ Yaparsam yanlış olur.”, “Yapacağım her şey kötü ve ben suçluyum.” arasında sıkışıp kalırlar. Ebeveyn olarak suçluluk duygularının altında ezilmemek için, toplumun bir bireyi olarak vicdansızlıktan yakınmamak için çocuklara suçu, sorumluluğu ve sonuçlarını nasıl öğrettiğimize yeniden bakmak gerekir.